a
Özlem Ertan

Özlem Ertan

02 Aralık 2023 Cumartesi

Don Giovanni’yi Bir de Böyle İzleyin

Don Giovanni’yi Bir de Böyle İzleyin
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Mozart’ın Don Giovanni operası uzun bir aradan sonra İstanbul’da sahnelendi. Hem rejisi hem de solistleriyle göz dolduran eserde, kontrolsüz eril gücü simgeleyen boğa tasvirleri de dikkat çekiciydi

ÖZLEM ERTAN

Edebiyat, tiyatro ya da opera tarihinde yer etmiş çoğu karakter gibi Don Giovanni de ölümsüzlükle kutsanmıştır. Bunun birkaç nedeni var: Her şeyden evvel Don Giovanni veya Don Juan, zenginliğine ve toplumdaki gücüne güvenerek başkalarını kullanmaktan çekinmeyen, kendi zevkini her türlü etik değerin üstünde tutan insanların temsilcisi. Böyle insanların aramızda yaşamaya devam ettiği muhakkak. Ne de olsa insan doğası, zamandan ve mekândan bağımsız olarak varlığını koruyor. Don Giovanni karakterinin ölümsüzlük mertebesine erişmesinin diğer nedeni ise Klasik Müzik tarihinin en büyük dâhilerinden Wolfgang Amadeus Mozart’ın müziği… 

Mozart’ın, Lorenzo da Ponte’nin librettosu üzerine bestelediği ‘Don Giovanni’, ilk kez sahnelendiği 1781 tarihinden beri opera repertuarının en sevilen eserlerinden biri olmayı sürdürüyor. 30 Kasım akşamı, bu önemli yapıtı yeni ve orijinal bir rejiyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından izledik. Rejisinden dekoruna, solistlerinden orkestrasına kadar etkileyici ve en küçük detayına kadar düşünülmüş bir eserle karşı karşıya olduğumuzu en baştan söylemek isterim. 

DETAYLI VE ÖZENLİ BİR REJİ

‘Don Giovanni’ gibi klasik eserleri sahnelemek ayrı bir özen ve sorumluluk gerektirir. Çünkü bu tür eserleri dokusunu muhafaza ederek, yenilikçi, özgün bir anlayışla sahneye taşımak bilgi ve tecrübe işidir. Aytaç Manizade’nin sahneye koyduğu ‘Don Giovanni’de bilginin ve tecrübenin etkisi görülüyordu. 

‘Don Giovanni’, hem trajedi hem de komedi unsurlarını içinde barındıran bir eser. Bir yanda hiç kimseye sevgi göstermeyen, sadece kendi zevkini ve mutluluğunu düşünen Don Giovanni’nin acılar içinde bıraktığı kadınlar, diğer yanda ise aşk ilişkilerinin karmaşıklığından doğan komedi var. Aytaç Manizade, eseri, her iki yanını da vurgulayacak şekilde yorumlamış. Trajedinin yanı sıra Don Giovanni’nin çevresinde gelişen komik olayların da altını çizerek, ‘Don Giovanni’ operasının kara-komedi özelliğini ortaya koymuş. 

BOĞA VE KONTROLSÜZ ERİL GÜÇ

Rejisör Aytaç Manizade, detaylara da çok dikkat etmiş. Sahnedeki boğa tasvirleri bu detaylar arasında özellikle dikkat çekiciydi. Perde açılır açılmaz, sahnenin sol tarafına yerleştirilmiş kırmızı bir boğa heykeliyle yüz yüze geldik. Mitolojide ve antik sembolizmde her daim eril gücün ve cinsel enerjinin sembolü olan boğa figürü, tam da Don Giovanni’nin kontrolden çıkmış erkekliğinin ifadesiydi. Boğanın kırmızı rengi ise Don Giovanni karakterinde ortaya çıkan denetimsiz cinselliği ve yıkıcı erilliği vurguluyordu.

Mitolojide boğa figürü gök ve fırtına tanrılarının sembolüdür. Sümerlerin gök tanrısı Anu’dan, Hititlerin Fırtına Tanrısı Teşup’a ve Antik Hellenlerin Baş Tanrısı Zeus’a kadar pek çok tanrı mitolojide ve sanatta boğayla gösterilir. Mitolojiyle ilgilenenler Zeus’un boğa kılığına girerek Europa’yı Girit’e kaçırdığını anımsayacaktır. 

Direkt olarak eril güçle ilgili bir figür olan boğanın Don Giovanni operasında bu kadar belirgin biçimde kullanılması zekice bir hamleydi. Eserin ilerleyen bölümlerinde kadın solistleri, boğa başı takmış dansçılarla yan yana gördüğümüzü de söylemeden geçmeyelim. 

Dekorun kasvetli havası, öykünün trajik yönünü vurgularken, kırmızı boğa ise Don Giovanni’nin yıkıcı ve dizginlemeyen cinsel enerjisinin ifadesiydi. 

DÖNER SAHNE VE ZAMANSIZ BİR OPERA 

Hazır dekordan söz açılmışken, yeni AKM’nin (Atatürk Kültür Merkezi) 29 Ekim 2021’deki açılışından sonra ilk kez bir opera eserinde döner sahne kullanıldığını da belirtelim. Sahne açılır açılmaz, iki katlı bina yüksekliğindeki dekor, aşağıdan yukarıya çıktı ve akabinde döner sahneyle yüz yüze geldik. Tüm bu detaylar ilk dakikadan itibaren izleyicinin esere çekilmesinde etkili oldu. Zira detaylı çalışma ve özen her zaman dikkat çekicidir. ‘Don Giovanni’, tüm üretim aşamalarının yeni AKM’deki İstanbul Devlet Opera ve Balesi atölyelerinde gerçekleştirildiği ilk opera özelliğini de taşıyor ve dekor tasarımı gerçekten alkışı hak ediyor. Bu anlamda dekor tasarımına imza atan Efter Tunç’un eserin başarısında büyük rolü olduğunu söylemek gerek.  

Rejisör Aytaç Manizade ‘Don Giovanni’yi zamansız bir opera olarak sahneye taşımış. Buna bağlı olarak Serdar Başbuğ’un tasarladığı kostümler, günümüzde de kullanılabilecek türde. Öyle ki eseri izlediğinizde, ‘Don Giovanni’ operasının çağımızda, tam da şu anda geçtiğini düşünebilirsiniz. Neden olmasın? Zaten klasik eserlerin en önemli tarafı her dönemde ve coğrafyada geçerliliklerini korumaları değil midir? İnsan doğasını, insanın içsel yolculuğunu anlatan yapıtlar gerçek anlamda klasiktir ve bu yüzden farklı zamanlara taşınmaya açıktır. Tıpkı ‘Don Giovanni’ gibi… 

SOLİSTLERİN BAŞARISI VE UYUMU…

İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nı Şef İbrahim Yazıcı’nın, koroyu Volkan Akkoç’un yönettiği eserin solist seçimi son derece isabetliydi.  

Kısa süre önce İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Sanat Yönetmeni olarak atanan Bariton Caner Akgün, sesinden tavrına ve oyunculuğuna kadar tam bir Don Giovanni’ydi. Don Giovanni için biçilmiş kaftan olan güçlü ses karakteriyle ve sahnedeki rahatlığıyla akıllarda kaldı. Bilenler bilirler, Don Giovanni’nin uşağı Leporello da eserde en az Don Giovanni kadar önemli bir karakterdir. Mozart, Leporello için de eşsiz aryalar, düetler bestelemiştir. İşte bu önemli karakteri oynayan Bariton Nejat Işık Belen’i de içtenlikle tebrik etmek gerekir. Ses ve oyunculuk bakımından üst düzey performans sergileyen Caner Akgün ile Nejat Işık Belen arasındaki uyum da eserin başarısında kilit role sahipti. 

Donna Elvira da eserin mühim karakterlerinden biri ve Soprano Perihan N. Artan, bu rolde müthişti. Dramatik bir karakter taşıyan güçlü sesi, hatasız söyleyişi, sahnedeki duruşu ve oyunculuğuyla gecenin en akılda kalıcı detaylarından biriydi. Perihan N. Artan, Don Giovanni’nin kalbini çalıp acılar içinde bırakarak terk ettiği Donna Elvira karakterini tüm acısı, öfkesi ve gel-gitleriyle bir elbise gibi üstüne geçirmişti. 

Donna Anna’yı oynayan Soprano Evren Ekşi de son derece başarılıydı. Özellikle de Donna Anna’nın unutulmaz aryası ‘Non mi dir’de sesine hakimiyetini ortaya koydu. Donna Anna’nın nişanlısı Don Ottavio rolünde Tenor Ufuk Toker, operanın önemli karakterlerinden Zerlina’yı oynayan Soprano Aslı Ayan, Masetto’yu canlandıran Bariton Burak Kul da gerek sesleri gerekse söyleyişleriyle eserin hakkını verdi. Bu arada Donna Anna’nın, Don Giovanni tarafından öldürülen babası Il Commendatore’yi de anmadan geçmeyelim. Eserin başında öldürülen, sonunda ise kendi heykelini kullanan bir hayalet olarak karşımıza çıkan Il Commendatore’yi deneyimli Bas Mithat Karakelle başarıyla yorumladı. 

HER KARAKTERİN EŞSİZ ARYALARI VAR 

Tirso de Molina mahlasını kullanan İspanyol oyun yazarı Fray Gabriel Tellez’in 1630 yılında yarattığı Don Juan karakteri, insanlık var oldukça yaşamayı sürdürecek. Çünkü başta da söylediğimiz gibi Don Juan, hâlâ içimizde yaşayan bir arketip: Tatminsizliğini ve çocukluk travmalarından kaynaklanması muhtemel duygusal açlığını salt cinsellikle doyurmaya çalışan ve bu şekilde kendi sonunu hazırlayan biri o.  Günümüzde de çok Don Juan yok mu sizce? 

Lorenzo da Ponte’nin, bu İspanyol eserinden yola çıkarak yazdığı libretto ve Mozart’ın bestelediği ‘Don Giovanni’ operası ise müziğin zirvesi. Mozart’ın ustalıkla ördüğü bu eserde öyle güzel aryalar var ki saymakla bitmez. Bestecinin bu eserdeki her karakter için harika ve anlatım gücü yüksek aryalar bestelediğini kim inkâr edebilir? 

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, bu unutulmaz eseri, şanına yakışır bir yorumla sahneye taşıdı. Mutlaka görün, derim. ‘Don Giovanni’, 6 ve 18 Aralık tarihlerinde de yine AKM’de izleyicisiyle buluşacak. 

 

Devamını Oku

100’üncü yıl AKM’de Halk Korosunun da Katılımıyla Kutlandı 

100’üncü yıl AKM’de Halk Korosunun da Katılımıyla Kutlandı 
3

BEĞENDİM

ABONE OL

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Cumhuriyet’in 100’üncü yılını Cumhuriyet dönemi bestecilerinin eserleriyle ve marşlarla kutladı. Marşlara Şef Volkan Akkoç’un çalıştırdığı halk korosu da coşkuyla eşlik etti.

Özlem Ertan 

Cumhuriyet’in, pek çok alanda olduğu gibi sanatta da büyük kazanımların kapısını araladığına şüphe yok. Tarihe, kültüre, bilime ve sanata büyük önem veren Atatürk, Anadolu’nun on binlerce yıllık zengin kültürünün araştırılmasına ve geleceğe aktarılmasına bizzat öncülük etmişti. Bu kültür seferberliğinin en büyük etkilerinden biri de kuşkusuz müzik alanında oldu. Cumhuriyet’in ilk dönem bestecileri, Anadolu’nun melodi zenginliğini çoksesli ve evrensel bir anlayışla yeniden ele alarak birbirinden güzel eserler yarattı. Onların izinden giden diğer Türk bestecilerin pek çok eserinde de bu toprakların eşsiz zenginliğini, ritimlerini bulmak mümkün.

CUMHURİYET’LE ÖZDEŞLEMİŞ ESERLER

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin 29 Ekim akşamı, Cumhuriyet’in 100’üncü yılı vesilesiyle düzenlediği konserde Cumhuriyet’le özdeşleşmiş eserleri dinlemek imkanını bulduk. Ulvi Cemal Erkin’in ‘Köçekçe’sini, Muammer Sun’un ‘Bozkırın Sesi’ni, Cemal Reşit Rey’in ‘Türkiye’ adlı senfonik şiirini ve daha nicelerini… 

Maestro İbrahim Yazıcı’nın yönettiği İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’yla Volkan Akkoç’un yönettiği İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu’nun ve tabii ki solistlerin performansı sayesinde 100’üncü yıl coşkusunu iliklerimize kadar hissettik. Cumhuriyet’le özdeşleşmiş o güzel eserler, 100’üncü yıl sevinci ve gururuyla birleşince daha da anlam kazandı. 

MUHTEŞEM HALK KOROSU

İkinci yarıda ise günün anlam ve önemine uygun marşlar vardı. Bizler, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ni dolduran sanatseverler olarak marşları dinlemekle yetinmedik tabii ki. Hepsine bizzat eşlik. Oturma sıralarına bırakılan bayrakları sallayarak büyük bir halk korosu halinde konserin icracıları arasındaki yerimizi aldık. Cumhuriyet’in 100’üncü Yıl Konseri’nde salonda öyle büyük bir coşku vardı ki kelimelerle tarif etmek mümkün değil. 

Aslına bakacak olursanız bu muhteşem halk korosunun oluşmasında Koro Şefi Volkan Akkoç’un katkısı inkâr edilemez. Zira Akkoç, konserden önce fuayede marşları bizlere bizzat çalıştırdı. Tam da bu yüzden ilk kez duymamıza rağmen İlker Kömürcü’nün bestelediği ‘100. Yıl Marşı’nı da uyum içinde seslendirebildik. 

Solistler Ceren Aydın, Serkan Bodur, Emre Güngör, Elif Tuğba Tekışık’ın, solist dansçı İlke Kodal’ın, orkestra, koro ve halk korosunun eşsiz bütünlüğüyle Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamanın keyfi bir başkaydı, gerçekten. İlaveten tiyatro sanatçısı Toprak Sergen’in sunumu ve Burçak Savaşkurt’un yazdığı metinler üzerinden Cumhuriyet’le ilgili anlatımları da gecenin değerini arttıran unsurlardı. 

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür ve Sanat Yönetmeni Tan Sağtürk’ün de katıldığı ve açılış konuşmasını yaptığı gece, Cumhuriyet’in müzik alanındaki kazanımlarının önemini göstermesi bakımından da önemliydi. 

Devamını Oku

Arafta Kalan Şarkılar

Arafta Kalan Şarkılar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Soprano Pınar Temizel Çulha, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecilerinin unutulmuş eserlerini zahmetli bir araştırma sonucunda yeniden hayata döndürdü. Üçüncü albümü ‘Kayıp Şarkılar’ı dinleyicilerle buluşturan sanatçı, “En büyük arzum bu eserleri, Türk sazlarının da içinde olduğu 15-20 kişilik orkestrayla yorumlamak. Çok güzel armoniler var bu eserlerde. İstiyorum ki o armoniler tınlasın” diyor

Bir zamanlar severek dinlenen, ama uzun süre önce unutulmanın kucağına terk edilen, aralarında operetlerin de bulunduğu pek çok Türkçe eser olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecilerinin çoğu yapıtı ne yazık ki bu kaderi paylaştı. ‘Ayşe’ ve ‘Çaresaz’ın da aralarında olduğu 27 operete imza atan Muhlis Sabahattin Ezgi ile Atatürk’le aynı yıl doğan Kaptanzade Ali Rıza Bey, zamanında güzel eserler vermiş, ancak günümüzde çok az insanın eserlerinden haberdar olduğu besteciler arasında ilk akla gelenler.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin koro sanatçılarından, Soprano Pınar Temizel Çulha, birkaç yıldır Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecilerinin göz ardı edilmiş, unutulmuş yapıtları üzerinde çalışıyor. Notaları bulunmayan bu eserleri, güçlükle temin ettiği taş plak kayıtlarından dinleyip notaya alınmalarını sağlamakla kalmıyor, konserlerinde seslendiriyor ve hazırladığı albümlerde topluyor. Pınar Temizel Çulha, ‘Kaptanzade’ ve ‘Aşk Plak’ın ardından son olarak ‘Kayıp Şarkılar’ adında bir albüm çalışmasına imza attı. Pınar Temizel Çulha, Ahenk Plak’tan çıkan ve dijital platformlarda da ulaşılabilen ‘Kayıp Şarkılar’da Muhlis Sabahattin Ezgi, Karnik Garmiyan, Nebahat Üner, Muzaffer İlkat, Faiz Kapancı, Kaptanzade Ali Rıza Bey ve Avram Levi’nin hiç bilinmeyen eserlerini yorumladı. Keman sanatçısı Elif Eglar Kutlu, bu eserleri taş plak kayıtlarından dinleyerek notaya aldı.

TÜRK VE BATI SENTEZİ

Pınar Temizel Çulha ile gerek kayıp şarkıları yeniden müzik repertuarına kazandırma gayreti gerekse Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecileri hakkında konuşurken bu röportajın başlığı da kafamda netleşti. Evet, röportajın başlığı ‘Arafta Kalan Şarkılar’ olmalıydı.
Ne de olsa bu bestecilerin ezici bir çoğunluğu, Türk müziğiyle Batı müziğini buluşturan, iki ayrı ekolün sentezi durumundaki eserlere imza atmıştı. Tam da bu yüzden ne Klasik Batı Müziği dünyasında yeteri kadar ilgi görmüşler ne de Türk musikisi icracıları tarafından tam olarak benimsenmişlerdi. Oysa onların müziği yaşadığımız toprakların binlerce yıllık müzik geleneğiyle Batı’nın çoksesli anlayışını bir araya getiren bir noktada duruyordu. Pınar Temizel Çulha’nın yıllar sonra ilk kez seslendirdiği bu eserler de bestecileri de iki arada bir derede yani arafta kalmıştı sizin anlayacağınız.

Pınar Temizel Çulha ile çalışmaları ve Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecileri hakkında konuştuk. O anlattı, biz dinledik. Şimdi sözü Pınar Temizel Çulha’ya bırakmanın zamanıdır. Onun sözlerinde sadece kendi çalışmaları değil, Türk müzik ve operet tarihinin hikâyesi de var.

OTTOMAN ENSEMBLE İLE BAŞLAYAN BİR ÖYKÜ BU

“Bariton Niyazi Ölmez ve Piyanist Evren Kutlay’la birlikte Ottoman Ensemble olarak, 2019’un Ekim ayında Brüksel Büyükelçiliği’nin davetiyle gittiğimiz Belçika’da, Kraliyet Konservatuarı’nın salonunda bir konser verdik. Bu konserde Padişah bestecilerin ve Osmanlı’nın son dönem bestecilerinin eserlerini seslendirdik. Böylece Türk müziğini, Batı’da Batı ekolüyle ilk kez icra etmiş olduk. O konser çok sevildi ve büyük ilgi gördü. 2020’de pandemi başladı. Ben de salgın sürecinde Belçika’daki repertuarımıza başka hangi eserleri ekleyebilirim diye düşünmeye başladım ve bir araştırma sürecine girdim. Sahaflardan bulduğum kitapları okuyup, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem bestecileri hakkında pek çok bilgiye eriştim. İlk olarak Kaptanzade Ali Rıza Bey çok dikkatimi çekti. Atatürk ile aynı sene, 1881’de doğan Kaptanzade Ali Rıza Bey, çok iyi bir besteci. Özellikle Türk müziği konusunda çok bilgili. Aynı zamanda kanun çalıyor. Tanzimat’tan sonra Osmanlı’da müzik alanında da Batılılaşma başlıyor. Dolayısıyla o dönemin bestecileri Batı müziğiyle Türk müziği arasında kalıyorlar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kaptanzade’nin ‘Çapkın Süleyman’ gibi operetleri var. Onların kayıtlarına ulaştım ve gördüm ki bu operetlerinde Türk müziği makamlarını kullanıyor. Bununla birlikte benim de albümüme aldığım ‘İstanbul’un Kızları’ gibi şarkılarını ise Batı müziği formunda besteliyor. 1917’de de Milli Operet Heyeti’ni kuruyor. Ancak makam müziği onda baskın kalıyor. Hatta bazı şarkılarında Batı’nın 3/4’lük vals ritmini makam müziğiyle bağdaştırmaya çalışıyor.”

HEM TÜRK HEM DE BATI MÜZİĞİNİ İYİ BİLİYORLAR

“Muhlis Sabahattin Ezgi de önemli bir besteci ve o da Milli Operet Heyeti’ne giriyor. Muhlis Sabahattin Ezgi’nin babası Padişah Abdülaziz’in başmabeyincisi. Aslında Abdülaziz de çok önemli bir besteci ve Batı formunda güzel eserleri var.

Muhlis Sabahattin Ezgi’nin siyasi bir yanı da var. İttihat ve Terakki üyesi olduğu için Batı’ya sürülüyor ve orada Batı müziğini de öğreniyor. O dönemin bütün bestecileri hem Batı müziği hem de Türk müziği eğitimi almış ve iki ekolü de çok iyi bilen insanlar. Muhlis Sabahattin Ezgi, daha sonra geri dönüyor ve siyasetten uzaklaşıp kendini tamamen müziğe veriyor. ‘Çaresaz’ operetini 1917’de besteliyor. ‘Çaresaz’ opereti uzun yıllar boyunca, Süreyya Paşa tarafından yaptırılan Süreyya Sahnesi’nde oynanıyor.

Muhlis Sabahattin Ezgi ve Kaptanzade Ali Rıza Bey bir müddet Milli Operet Heyeti’nde birlikte çalışmalar yapıyorlar. Ancak okuduklarımdan anladığım kadarıyla Kaptanzade Ali Rıza Bey’de bir müddet sonra Türk müziği ağır basıyor. Muhlis Sabahattin Ezgi ise operetin Batı’ya özgü bir eser formu olduğu ve Batı anlayışıyla bestelenmesi gerektiği düşüncesinde. Böylece ikisinin yolları ayrılıyor.”

MUHLİS SABAHATTİN EZGİ, BATI FORMUNDA ESERLER VERİYOR

“Ardından Muhlis Sabahattin Ezgi, Cemal Sahir’le birlikte İstanbul Operet Heyeti’ni kuruyor. Muhlis Sabahattin Ezgi, bu noktadan sonra tamamen Batı formunda eserler vermeye başlıyor ve 27 tane operet besteliyor. O sırada yapımı yeni biten Süreyya Sahnesi’nde bu operetleri sahnelemeye başlıyorlar. O dönemde Toto Karaca da bu operetlerde oynayan sanatçılardan biri ve anılarında, ‘Çaresaz’ operetinin çok güzel olduğunu, büyük ilgi ve takdir gördüğünü, hatta eseri izleyen Polonyalı ünlü bir şefin Türk Müziğiyle Batı müziğini ustalıkla sentezlemesinden dolayı Muhlis Sabahattin Ezgi’yi tebrik ettiğini anlatıyor. Ancak ‘Çaresaz’ operetinin notaları kayıp. Bazı taş plaklarda operetin bazı parçaları var sadece. Ankara Devlet Opera ve Balesi, Muhlis Sabahattin Ezgi’nin ‘Ayşe’ operetini sahnelemişti, ama aslında onun da orijinal notaları kayıp. Selim Atakan’ın aranjesiyle seslendirildi.”

OPERETLERİN NOTALARI KAYIP

“Ne yazık ki Muhlis Sabahattin Ezgi’nin 27 operetinin hiçbirini notaları günümüze ulaşmadı. Taş plaklar ve bazı radyo kayıtları olmasa tamamen yok olacaklardı. Taş plak kayıtlarında da bağımsız parçalar halinde seslendirilmiş hepsi de.

Süreyya Operası’ndaki temsiler yıllarca devam ediyor, ancak 1930’larda Cemal Reşit Rey ve Ekrem Reşit Rey, İstanbul Şehir Opereti’ni kurunca Muhlis Sabahattin Ezgi’nin dönemi de bitiyor. Süreyya Operası’ndaki temsiller sona eriyor. Muhlis Sabahattin Ezgi, Muhlis’in Çocukları diye ayrı bir operet heyeti kurup Anadolu turnelerine çıkmaya ve operetlerini başka şehirlerde sahnelemeye başlıyor.

Muhlis Sabahattin Ezgi’nin yazdığı operetlerin notalarının kaybolma öyküsü de ilginç. Muhlis Sabahattin Ezgi’nin Neveser Kökteş isminde bir kız kardeşi var. O da ağabeyi gibi besteci. Neveser Kökteş, Muhlis Sabahattin Ezgi’nin vefatından sonra, vasiyeti üzerine, ağabeyinin bütün notalarını yaktığını söylüyor. Bir de Muhlis Sabahattin Ezgi’nin orkestrasını yöneten Carlo Capocelli adında İtalyan bir şef varmış. Carlo Capocelli’nin, Muhlis Sabahattin Ezgi’nin notalarını beraberinde İtalya’ya götürdüğüne dair bir rivayet de var. Hangisi doğru olursa olsun neticede 27 operetin notaları kayboluyor, hiçbiri günümüze ulaşmıyor.”

İLK TÜRK TANGOSUNUN BESTECİSİ

Muhlis Sabahattin Ezgi, aynı zamanda Türk müzik tarihinde ilk sözsüz tangoyu yazan bestecidir. ‘Tango Türk’ diye bir eser bu ve kaydı da var.

‘Kayıp Şarkılar’ albümümde Muhlis Sabahattin Ezgi’nin ‘Aşkın Rüyası Tangosu’ ile ‘İstanbul Valsi’ var. Albümdeki pek çok eseri, değerli araştırmacı Cemal Ünlü’nün taş plak arşivinden aldım.

Albümde ‘Güzel Kadın Valsi’ adlı eserine yer verdiğim Faiz Kapancı, Selanik doğumlu bir besteci. O da hem Türk hem de Batı müziğini eğitimi almış, ikisini de çok iyi biliyor. Onun da çok eseri varmış, ama pek çoğu kaybolmuş. Albümlerimdeki eserlerin hemen hemen hepsini taş plak kayıtlarından sonra ilk kez ben okudum. Bunların hepsi de çok özel şarkılar. Batı formunda ve Osmanlı’nın son döneminden 1930’lu yıllara kadar uzanan dönemde bestelenmişler.

En büyük arzum bu eserleri, Türk sazlarının da içinde olduğu 15-20 kişilik orkestrayla yorumlamak. Çünkü çok güzel armoniler var bu eserlerde. İstiyorum ki o armoniler tınlasın. Umarım bu bestecilerimiz hak ettikleri değeri görürler. Bu besteciler ve eserleri iki arada bir derede kalmış. Çünkü Türk müziğiyle Batı müziğinin sentezi. Dolayısıyla iki taraf da yeterince sahip çıkmamış.”

KONSERLER DEVAM EDİYOR

Evet, bu önemli çalışmalarını ve Türk müzik tarihinin kayıp sayfalarını sizlere Soprano Pınar Temizel Çulha’nın sözleriyle aktarmaya çalıştım. Siz de bu eserlerle tanışmak isterseniz Pınar Temizel Çulha’nın albümlerini dinleyebilir ve konserlerini takip edebilirsiniz. Son olarak Opera sanatçısı Bariton Niyazi Ölmez ile birlikte Kozyatağı Kültür Merkezi’nde ‘Kayıp Şarkılar Kaybolan Aşklar’ adında bir konser veren Pınar Temizel Çulha, çalışmalarında Niyazi Ölmez’in de her daim desteğini gördüğünü ifade ediyor.

Devamını Oku

creavip