a
Burçak Savaşkurt

Burçak Savaşkurt

01 Temmuz 2023 Cumartesi

“LA BOHÈME” OPERASI ÜZERİNE

“LA BOHÈME” OPERASI ÜZERİNE
0

BEĞENDİM

ABONE OL
“La Bohème” operasının en önemli yönlerinden biri, duygusal davranışların simgesi olan değişik tema ve motiflerin, eserin akışı içinde sık sık ortaya çıkmasıdır. Sanatçıların çeşitli iniş çıkışlara sahne olan ruhsal yaşantılarını ve yoksul hayatın getirisi dayanışma ve hoşgörüyü “bohem hayatı” olarak değerlendiren 19.yüzyıl Batı edebiyatı, Puccini’ye sunduğu bu tür bir konuyla, opera literatürüne üstün bir eser kazandırmıştır.
Fransız yazar Henry Murger’in “Scènes de la vie de Bohème” (1851) adlı eserinden esinlenerek, libretto yazarları Giuseppe Giacosa ve Luigi Illica tarafından hazırlanan libretto üzerine İtalyan besteci Giacomo Puccini’nin 1893-1895 yılları arasında bestelediği “La Bohème” operası, yoksul bir terzi olan Mimì ve onun sanatçı arkadaşlarının 1830’lu yıllarda Paris’te yaşadıkları bohem hayatı gözler önüne serer. Ayrıca Giacosa & Illica ikilisinin Puccini için yazdığı ilk librettodur. Dört perdeden oluşan “La Bohème” operasının dünyadaki ilk temsili 1 Şubat 1896 tarihinde İtalya’nın Torino şehrindeki Teatro Regio’da gerçekleşti ve orkestrayı Arturo Toscanini yönetti. Dünya prömiyerinde Cesira Ferrani (Mimì), Evan Gorga (Rodolfo), Tieste Wilmant (Marcello), Camilla Pasini (Musetta), Michele Mazzara (Colline), Antonio Pini-Corsi (Schaunard), Alessandro Polonini (Benoît & Alcindoro) ve Dante Zucchi (Parpignol) aynı sahneyi paylaştı. Zamanla İtalyan opera repertuvarının vazgeçilmezleri arasına giren yapıt, dünyada en çok icra edilen opera eserlerinden biri oldu. 1946’da Toscanini, dünya prömiyerinin ellinci yılı anısına “La Bohème” operasını NBC Senfoni Orkestrası ile bir radyo yayınında yönetti. Daha sonra bunun kaydı RCA Victor tarafından plak, kaset ve CD formatlarında yayımlandı ve bir Puccini operasının orijinal orkestra şefi tarafından yapılan ilk ve tek kaydı olarak tarihe geçti.
HAZİN BİR AŞK HİKÂYESİ
Bohem hayatı yaşayan bir grup arkadaş, geçimlerini sanat eserleri yaratarak kazanmaktadır. Şair Rodolfo, terzi Mimì’ye aşık olmuştur; ressam Marcello’nun da şarkıcı Musetta ile çalkantılı bir ilişkisi vardır. Her şeye rağmen iki çift de mutlu oldukları zamanlarda, birlikte hayatın ve aşkın tadını çıkarmaya çalışırlar. Ancak, Mimì’nin sağlık durumunun oldukça kötü olduğu anlaşılınca, Rodolfo onun bu hastalıktan öleceğini kabul etmekte zorlanır. Rodolfo ile Mimì ayrılır ve aylar sonra Musetta, Mimì’nin durumunun ağırlaştığını fark ederek onu Rodolfo ve Marcello’nun yaşadığı eve getirir. Rodolfo hemen onu içeri alır ve sağlığına kavuşması için elinden geleni yapmaya çalışır. Ancak artık çok geçtir. Birbirlerine aşklarını ilan ettikten hemen sonra Mimì hastalığına yenik düşer. Eserin öne çıkan bölümleri arasında “Che gelida manina” (Rodolfo, I.Perde), “Sì, mi chiamano Mimì” (Mimì, I.Perde), “O soave fanciulla” (Mimì-Rodolfo düet, I.Perde), “Quando men vo” (Musetta, II.Perde), “Donde lieta uscì”(Mimì, III.Perde), “Dunque è proprio finita?” (Rodolfo-Mimì-Marcello-Musetta, III.Perde), “Vecchia zimarra” (Colline, IV.Perde) ve “Sono andati? Fingevo di dormire” (Mimì, IV.Perde) sayılabilir.
LEONCAVALLO – PUCCINI REKABETİ
Operada İtalyan “verismo” (gerçekçilik) türünün tartışmasız en büyük bestecilerinden biri olan Puccini’nin bu türde bestelenen en önemli eserlerden birine imza attığı konusunda neredeyse tüm eleştirmenler aynı görüştedir. “La Bohème” sadece bununla kalmaz, genel anlamda da bestecinin ve opera tarihinin en çarpıcı eserlerinden biri kabul edilir. Puccini’ye, Murger’in ünlü yapıtından bir libretto, bir opera eseri yaratma fikrini ilk kimin verdiği bilinmemektedir. Bestecinin kendi keşfi olabileceği gibi, eğitimli ve kültürlü bir insan olan yayımcısı Giulio Ricordi’nin de ona bu fikri verdiği düşünülmektedir. Murger’in yapıtının 1859 yılında İtalyancaya çevrildiğini ve İtalya’da büyük beğeniyle karşılandığını da belirtmeden geçmeyelim. Tabii ki L. Illica ve R.Leoncavallo isimleri üzerinde de ayrıca durmak gerekir. Puccini’nin bir önceki operası “Manon Lescaut”nun beş libretto yazarından biri olan Illica’nın Fransız edebiyatına olan ilgisi ve evinde bu edebiyata dair eserlerin bulunduğu devasa bir kütüphane olduğundan bahsedilir. Bununla birlikte Ricordi’nin besteciye gönderdiği mektuplardan birinde yer alan bir paragraftan, Illica’nın Puccini’ye, Murger’in eserinden bir opera yaratma fikrini verdiğini sezinleyebiliriz. Opera seyircisinin kalbinde taht kuran “Pagliacci” (1892) operasının bestecisi Leoncavallo ise dünya edebiyatına oldukça hâkimdi, eserlerinin librettolarını kendisi kaleme alan çok yetenekli bir yazardı ve Manon Lescaut’nun librettosunda onun da emeği vardı. 1893 yılında Puccini’ye Murger’in romanından ve diğer bazı Fransız yazarların eserlerinden oluşturduğu bir libretto sundu. Puccini ise onun bu librettosunu geri çevirdi. Sebebinin daha iyi anlaşılması için şunu da açıkça belirtmek gerekir ki Leoncavallo, Puccini ve Ricordi’nin ciddiye aldığı bir kişi değildi. Bir yıl sonra iki besteci tesadüfen Milano’daki bir kafede karşılaştıklarında, Puccini ona, sonunda yeni operası için uygun bir konu bulduğunu söyledi; Murger’in bahsi geçen eseriydi bu konu. Leoncavallo buna şiddetle karşı çıktı ve o konu üzerindeki hakların en baştan beri kendisinde olduğunu vurguladı. Bu kapışmanın ardından ertesi sabah Leoncavallo’nun yayımcısının editörlüğünü yaptığı “Il Secolo” gazetesi Leoncavallo’nun Murger’in eserinden yola çıkarak yeni bir opera bestelemekte olduğunu yazarken, Milano’nun akşam gazetesi “Il Corriere della Sera” benzer bir haberi Puccini için verdi. Puccini, Leoncavallo’nun aynı konu üzerinde çalıştığından haberdar olmadığını, kendisinin de bir süredir bu konuyla ilgili çalışmalar yaptığını belirtmiştir. Sonuçta bu yarışı kazananın Puccini olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Puccini’nin operası dünya prömiyerini 1896 yılında yaparken, Leoncavallo’nun aynı adlı operası prömiyerini 6 Mayıs 1897 tarihinde Venedik’te yapmıştır. Puccini’nin eseri klasikler arasına girerken, Leoncavallo’nun – Puccini’ninkinin tersine – Marcello’yu tenor, Rodolfo’yu bariton ses için yazdığı eseri kısa zamanda unutulmuş, günümüzde çok nadir sahnelenir hale gelmiştir.
MURGER’İN KİTABINDAN OPERA SAHNESİNE UYARLANDI
Librettonun geneli özgündür. İkinci ve üçüncü perdedeki bölümlerin çoğu libretto yazarlarının buluşudur ve Murger’in yapıtındaki karakterlere, olaylara çok az gönderme vardır. Birinci ve dördüncü perde, kitabın izinde gider, farklı bölümlerden seçilmiş kısımların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Birinci ve dördüncü perdenin final sahneleri (Rodolfo ve Mimì’nin sahneleri) hem Murger’ın yapıtına, hem de o yapıttan yola çıkarak sahnelenen tiyatro oyununa benzer. Rodolfo ile Mimì’nin tanışmalarında dönen hikaye, kitabın 18.bölümünde anlatılana çok yakındır; ancak kitapta çatı katında yaşayan sevgililerin isimleri Rodolphe ve Mimì değildir,  Jacques ve Francine’dir. Operada tasvir edilen Mimì’nin ölümü, kitaptaki iki farklı bölümden esinlenilerek oluşturulmuştur; birincisi Francine’in, diğeri Mimì’nin öldüğü bölüm. Ayrıca librettoda, yazarlar uyarlamaları hakkında kısaca bilgi vermişler ve Francine ile Mimì’yi tek karakterde birleştirdiklerini vurgulamışlardır.
Bir sürü olayı ve karakteri barındıran bir kitaptan opera sahnesine uyarlama yapmak çok kolay bir iş değildi. Puccini, metin son haline gelene kadar libretto yazarlarına sayısız düzeltme yaptırdı. Bestecinin hedefi mantıklı, özlü, enteresan ve dengeli bir librettonun ortaya çıkmasıydı. Eserin librettosu – mantıkla ilgili olanın haricinde – bütün nitelikleri içinde barındırır. Murger’in romanında olduğu gibi, olayların akışını belli bir mantık çerçevesinde yürütmek için kaçınılmaz olan tutarlılıktan yoksun, birbiriyle tam anlamıyla bağlantısı olmayan tezat tablolar yansıtılmaktadır. Ayrıca karakterler hiç gelişim göstermez. Tamamen dramatik açıdan bakıldığında, Quartier Latin’de geçen ikinci perde son derece gereksizdir. Oysa lokal atmosferin çağrışımı ile olaylar örgüsünün tutarlılığının aynı derecede önemli olduğunu düşünen Puccini için, bu perde oldukça kıymetlidir. Burada en dikkat çekici konu başkarakterlerin, hızla değişim gösteren kalabalık sahnelerle kusursuz bir ustalıkla örtüştürülmeleridir. Esasen bu opera eseri üç perde olarak düşünülmüştü; “Quartier Latin” sahnesi ile başlayacaktı. Ancak “Çatı Katı” sahnesi ile başlamasının birçok avantajı oldu. Birincisi, eserin dengesi açısından faydalıydı; ilk iki perde kederden uzak, son iki perde ciddi anlamda trajik. İkincisi, bestecinin seyirciye -ikinci perdedeki itiş kakıştan önce- bohemlerin özel yaşamlarındaki hallerini gösterme imkânı verdi. En önemlisi ise, kademeli olarak başkarakterleri (Musetta hariç) tanıtabildi, onları detaylandırdı. Eser “Quartier Latin” ile başlasaydı, besteci başkarakterlerle, onları çevreleyen kalabalık arasında odak güçlüğü çekecekti. Birinci perde bize karakterlerin her biri hakkında kalıcı bilgiler verirken, onların birbirleriyle olan ilişkilerine de değinir. Eğer eserin dört perdesi de kıvamındaysa, bunda Puccini’nin, libretto yazarları tarafından birçok sahneye boca edilen gereksiz detaylardan (örneğin ikinci perdedeki satıcının bölümü ve son perdedeki uzun eğlence sahnesi) eseri arındırmasının payı çok büyüktür.
İLK BAŞTA BEKLEDİĞİ İLGİYİ GÖRMEDİ
“La Bohème” operasının dünya prömiyeri, besteci ve onun yayımcısının umduğu başarıyı kazanamadı. Eleştirmenler, Manon Lescaut tarzında güçlü ve trajik bir eserle karşılaşmayı beklerken, söyleşi tadında hafif bir eserle karşılaştılar. Eserin müziğini çok yumuşak buldular ve özellikle Puccini’nin ikinci ve üçüncü perdenin başında kullandığı cesur armonileri, o meşhur paralel beşlileri çok ağır bir dille eleştirdiler. Hatta bir eleştirmen o kadar ileri gitti ki, eserin izleyicide, dinleyicide hiçbir iz bırakmadığını, aynı şekilde opera tarihinde de hiç iz bırakmayacağını iddia etti. Rodolfo’yu seslendiren tenor Evan Gorga’ya rol biraz ağır geldi ve bu sebeple prömiyerde müzik onun sesine uygun şekilde transpoze edildi. Eser, prömiyerindeki tepkilere rağmen Şubat ayının sonuna kadar Torino’da hıncahınç dolu salonlarda 24 temsil yaptı. Daha sonra Roma ve Palermo’da sahnelenmeye devam etti. Kısa sürede ünü yayıldı ve bir başyapıt olarak anılmaya başladı. Bu eser sayesinde Puccini  opera dünyasındaki yerini sağlamlaştırdı ve Giuseppe Verdi’den sonra gelen en büyük opera bestecisi olarak kabul edildi.
Eserin İtalya dışında ilk oynanışı 16 Haziran 1896 tarihinde Arjantin’in Buenos Aires şehrindeki Teatro Colón’da gerçekleşti. 1897 yılının başlarında Moskova, İskenderiye ve Lizbon’da sahnelenen eserin İngiltere prömiyeri, Puccini’nin nezaretindeki Carl Rosa Opera Topluluğu tarafından 22 Nisan 1897 tarihinde Manchester’daki Theatre Royal’da yapıldı ve İngilizce olarak seslendirildi. ABD prömiyeri 14 Ekim 1897 tarihinde Los Angeles şehrinde gerçekleşen “La Bohème” operasının Fransa prömiyeri, 13 Haziran 1898 tarihinde Opéra-Comique tarafından Théâtre des Nations’da yapıldı. Puccini, 29 Kasım 1924 tarihinde Brüksel’de hayata gözlerini yumdu ve ölüm haberi Roma’ya ulaştığında “La Bohème” temsili yapılıyordu. Temsil hemen durduruldu ve orkestra Chopin’in Cenaze Marşı’nı (Marche Funèbre) çalmaya başladı.
KULLANILMAYAN BÖLÜM
Libretto yazarı Illica’nın ölümüyle beraber yazdıkları eşine kaldı. 1957’de, eşinin ölümünden sonra,  Illica’ya ait tüm yazılar, el yazması librettolar, Parma Müzesi’ne verildi. Bu yazılar arasında “La Bohème”’in librettosu eksiksiz olarak yer almaktaydı. Yapılan incelemeler sonucunda, libretto yazarlarının hazırlamış olduğu, ancak Puccini’nin kendi kompozisyonunda kullanmak istemediği bir bölümün varlığı keşfedildi. Aslında bu bölüm, üçüncü perdede Rodolfo’nun kıskançlığına ve bunu Marcello ile paylaşmasına açıklayıcı bir yaklaşım getirmesi açısından önemlidir. Bu “kullanılmayan bölüm”, Café Momus sahnesi ile üçüncü perde arasına düşünülmüş bir bölüm olmakla birlikte, Musetta’nın evinde yapılan bir açık hava partisini betimler. Musetta’nın sevgilisi,  ev kirasını ödemeyi reddeder, çünkü kadının kendisini kıskandırmak için yaptığı oyunlardan bıkmıştır. Bunun üzerine, Musetta’nın mobilyaları ertesi sabah açık arttırmada satılmak üzere avluya taşınır. Bu olayı, parti yapmak için fırsat bilen dört bohem genç, şarap ve orkestra ayarlar. Musetta, Mimì’ye giymesi için çok güzel bir elbise verir ve kendisini bir asilzade ile tanıştırır. Çift avluda dans etmeye başlayınca, Rodolfo kıskançlık krizlerine girer. Bu da kendisinin üçüncü perdede imalı bir şekilde kullandığı “Un moscardino di Viscontino” (Bir Vikontun genç züppesi) sözünü açıklayıcı niteliktedir. Şafakla birlikte, mobilya satıcıları Musetta’nın eşyalarını alıp açık arttırmaya götürür ve “kullanılmayan bölüm” sona erer.
UVERTÜRSÜZ BAŞYAPIT
Giacomo Puccini, eserlerinin konusunu içeren librettoları, kolaylıkla müzikli anlatıma dönüştürmüş bir bestecidir. Sahnede geçen bir olayı, trajik ya da dramatik bir durumu, bir düşünceyi, yalnızca lirik tınıyla dile getirmek, onun için zorlayıcı bir şey değildir. Belki de bu kolaylığın verdiği inançla, “La Bohème” operasının acıklı havasını bir uvertürle özetlemeye de gerek görmemiş ve eseri uvertürsüz sunmanın daha doğru olacağı fikrine varmıştır. Öte yandan, müzikli anlatım gücü açısından yenilikçi bir nitelik taşımadığı ileri sürülen “La Bohème” operasında başarı sayılabilen tek faktörün, besteci ile libretto yazarlarının, yapılacak iş üstünde tam bir uzlaşmaya varabilmiş olmalarında aranması gerektiği ileri sürülmüştür. Müzikolog Hugo Riemann’a göre, Puccini’nin “La Bohème” operasında tüm açıklığıyla ortaya koyduğu şey -kendine özgü duyarlılığı ile- içinde yaşadığı çevrenin kültürel değerleridir.
“La Bohème” operasının en önemli yönlerinden biri, duygusal davranışların simgesi olan değişik tema ve motiflerin, eserin akışı içinde sık sık ortaya çıkmasıdır. Sanatçıların çeşitli iniş çıkışlara sahne olan ruhsal yaşantılarını ve yoksul hayatın getirisi dayanışma ve hoşgörüyü “bohem hayatı” olarak değerlendiren 19.yüzyıl Batı edebiyatı, Puccini’ye sunduğu bu tür bir konuyla, opera literatürüne üstün bir eser kazandırmıştır. Bu eserde, sanatçının yoksulluğu hafife alan, hayatın güç yönlerini umursamazlıkla alt etmeye çalışan davranış biçimi, ancak Puccini yaratıcılığının oluşturduğu özgün, küçük temalarla bu kadar güzel karakterize edilebilirdi. Bu temaları ve motifleri “eşsiz” olarak nitelemek yerinde olur. Uvertürsüz başlayan eserin hemen başında ansızın karşılaşılan, alabildiğine ateşli ve ritmik gücünün olağanüstülüğü ile kendini çabucak belli eden tek bir egemen tema vardır. Bu tema, eserin akışı içinde ortaya çıkan bohem karakterli temaların hepsinden daha anlamlıdır. Bu temayı izleyen Rodolfo teması ile daha sonra bütün saflığıyla ortaya çıkan Mimì motifi, dramatik yaşantıları karakterize eden daha başka melodiler, Rodolfo ve Mimì arasında içtenlikle gelişen sevginin imgeleri olarak değerlendirilir. Birinci perdede “bu küçük el ne kadar soğuk” (Che gelida manina) sözlerini içeren aryanın kararsız ama zarif bir aşk melodisi vardır. Rodolfo’nun ünlü aryası “Che gelida manina”, Puccini’nin en güzel lirik temalarından biridir. Saf bir sevginin masumiyetini ifade eden melodisi, birinci perdenin sonunda, Rodolfo ve Mimì’nin kol kola sahneden çıkışı sırasında tekrar duyulur. Aynı melodi, dördüncü perdede, Mimì’nin ölüm döşeğinde, Rodolfo ile birlikte ilk karşılaşmalarını yâd ettikleri bölümde bir kez daha tekrarlanır. Mimì’nin birinci perdedeki aryası “Sì, mi chiamano Mimì”nin melodisi daha sonra üçüncü perdede Mimì’nin girişine eşlik eder. Bununla birlikte, Mimì’nin birinci perdede ilk göründüğü anda yaylılar tarafından çalınan üçlü, Mimì’nin aryasının müzikal anlamda ana rengidir.
ORTAK BİR TONALİTE İÇİNDE HER TÜRLÜ DUYGUNUN BİLEŞİMİ
“La Bohème” operasının birinci perdesiyle ikinci perdesi arasında alabildiğine zıt bir ortam göze çarpar. Birinci perde, daha çok geleneğe bağlı duygulu bir hava içinde gelişmesine karşılık, ikinci perde kalabalık halk sahnelerini yansıtır. Bu perdede Puccini, doğaya dönük natüralist bir bakış açısına yön vermiş, halkın günlük hayatından hız alan, canlı, hareketli sahneleri anlamlandırma konusunda büyük başarı elde etmiştir. Orkestranın doğayı ayrıntılı şekilde yansıtma çabası, Puccini’nin dehasını gösterir. Birbirinden farklı coşkuları yansıtan yan temalarla, güçlü bir korodan kopup gelen seslerin birbirini tetikleyen karmaşık dokusu, bu perdeye, eşine az rastlanır bir canlılık verir. Melodi ve ritim gibi, iki temel öğenin ortaklığıyla gelişen ikinci perdenin en çarpıcı yeri, Musetta’nın seslendirdiği meşhur vals parçasıdır. Sadece ikinci perdeyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda coşkuyu kısa sürede zirveye taşır. Nasıl ki eserin birinci perdesi ile ikinci perdesi arasında bir zıtlık vardır, aynı durum müzikal anlamda üçüncü perde ile ikinci perde arasında da görülür. Üçüncü perdede, ikinci perdenin ışıltılı, renkli, hareketli havasından en ufak bir iz yoktur. Puccini perdenin başında, müziğin diliyle atmosferi muhteşem bir biçimde tasvir eder, paralel beşlilerle etkileyici bir yoğunluk yaratır. Mimì’nin hüzünlü kalbi bu perdeyi baştan sona etkiler. Ruhsal çöküntünün iç burkan melodileri bu perdeye egemen olmaktadır. Mimì’yi ölüme götüren hastalık, son derece monoton bir melodi ile sembolize edilir ve bu melodinin sembolik gücü dinleyiciyi bütünüyle umuttan yoksun bırakacak kadar etkilidir. Üçüncü perdenin sonunda, Rodolfo ile Mimì’nin ilişkilerine devam etme kararı ve birbirlerine olan aşkları bile sessiz bir acıyla gölgelenmektedir.
“La Bohème” operasında genel olarak iki zıt uç, yan yana ya da iç içe gelişir. Olaylar natüralist ve gerçekçi açıdan işlenirken, duygusal açıdan da ele alınır. Eserin son perdesinde ise, ilk üç perdede yer alan güçlü temaların tekrarı ile karşılaşılır: Sanki hepsi Mimì’ye veda etmeye gelmiştir. Son perdenin son sahnesinde duyulan yeni ve kederli melodi, Mimì’nin sonunu simgeler ve eser bu ölüm temasıyla sona erer. Puccini’nin müziğini en anlamlı şekilde kullandığı yerlerden biri, şüphesiz son perdede yaşanan dramatik olaylar esnasındadır. Schaunard’ın Marcello’ya, Mimì’nin öldüğünü söylemesinin ardından sanki zaman durur. Başkarakterlerin hıçkırıkları, Rodolfo’nun haykırışı… Burası sadece kurgu olarak değil, müzikal olarak da opera tarihinin en trajik finallerinden biridir.
Puccini’nin “La Bohème” operası için sanat tarihçisi Oskar Bie şöyle der:
“Bohème, Puccini’nin tacıdır. Eserde yer alan dört sahne; Rodolfo ile Mimì’nin ilk karşılaşması, Café Momus, Barrière d’Enfer Kapısı Önünde Kış ve Ölüm Sahnesi, öylesine duygusal işlenmiştir ki, bunları aklımızdan çıkarmamız imkansızdır…Bütün bu sahnelerde sessizce ağlayan melodilerle, acıyla dolup taşan sevinçle, güneye has bir kaynaşma ile, yani hayatın melodiye dönüşümü ile karşılaşılmaktadır; burada Fransız duygusallığı alabildiğine İtalyanlaştırılmıştır… Şarkılar, yarı hayatı, yarı ölümü hatırlatmaktadır; sözler gerçekçidir, çarpıcı olaylar birbirini izlemektedir, anlatım esprilidir, motifler duyguludur. Şairin ısınmak için eserini yakmasından, Mimì’nin sahnedeki ilk duruşuna, aşka ve ölüme kadar geçen sahnelerde öylesine güzel melodilerle karşılaşılır ki, eserin havasını bu melodiler oluşturmaktadır… Mimì’nin dokunaklı, çocuksu aşk motifi, eserin bu narin figürünün bütün yönlerini, müziğin kendine özgü yaşamıyla sarmaktadır. Ama burada her şey bir tek tona dayanmaktadır ki, bu ton, hiç bıkkınlık vermeden sürüp gitmektedir ve bohem hayatı yaşayanlar için ritmik bir kurtuluş niteliğindedir. Hayatlarının en önemli anında, onlara özledikleri melodiyi veren, onları coşturan, onları yaşatan, onları öldüren ton da gene bu tondur.”

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.